Tuesday, October 27, 2009

Yılların "Küçük Yıldız" ına rakip buldum ; "In the sea there is a fish, a fish that has a secret wish"

Tuesday, October 20, 2009

welcome to MIAMI
Aslında gezi yazısı tarzında yazılar yazmayı pek de sevmediğimi farkettim. Ama anlatıcak şeyler var yazmaya karar verdim. Amerika'dan döneli yaklaşık 1 ay oldu aslında ama boş gezenin boş vakti olmazmış tezini 1 kere daha doğrulamış bulunmaktayım. Herneyse koskoca USA'de bu sefer de Miami ve Chicago turu yapmaya karar verdik. Herşey 10 Eylül'de Miami'ye varmamızla başladı. Gitmek çok acılı olmadı; ANK-İST-CHICAGO-MIAMI. Chicago-Miami arası 3 saat olduğundan LA'e varana kadar çektiklerimin yarısını çektik. İst-Chicago uçağında yanımda oturan kadınla saatlerce konuştuk, böylece B'ye de uyuması için rahat bırakmış oldum. CSI Miami'yi izlemey başladığımdan beri gitmek istiyordum Miami'ye. Havaalanı şehir arası çok yakın bayılıyorum öyle yerlere aynen Adana gibi:) South Beach'teki otelimize gitmek için taksiye bindik. Otel bir Philippe Starck oteli olan Mondrian. Deniz kenarında bir otel ama sahil kenarında değil, şehre bakıyor. Her yer beyaz içerdeki sütunlar satranç piyonları gibi. Çalışan herkes çok nazik. Asia de Cuba restoranı otelin lobisi denebilir. Manager'ı da Umut isimli genç bir Türk.



Miami'de yapılacak bir sürü şeyimiz vardı aslında ve toplam 7 günümüz. Otel odası o kadar güzeldi ki ev gibi. Yani birkaç gün kaldıktan sonra artık gitmeliyiz hissi nerdeyse bütün otellerde gelir bana ama burası hiç öyle değildi. Çok mutlu bir oteldi. Concierge 'daki Brezilyalı Reo'nun yardımlarıyla her akşamımıza güzel bir restoranda yemek için yer ayırttık. South Beach'in nerdeyse en ünlü oteli Delano. Bizim otelde onun yan oteli gibi bir şey aslında aynı otel grubu olan Morgans Hotel Group'un 2si de. Delano'daki Blue Door isimli restoran oldukça başarılıydı. Ama benim favorim kesinlikle Lincoln Road'daki Meat Market oldu. Diğerleri gibi feci şık eldivenli garsonların olduğu bir yer değil ama herşey o kadar lezzetli ve sunumlar garsonlar o kadar süper ki en çok orayı beğendim. Miami'de araba kiralamazsanız bir hiçsiniz diyebilirim. Hele bizim gibi Alligator Farm'a gitmek istiyorsanız hiç şansınız yok.

Buraya gidilince bataklıktaki bot turu kesinlikle yapılmalı. Nerdeyse timsahların içine düşüveriyordum. Bir sürü de bataklık suyu yuttum ama yine de süperdi.

B'yle 2 aksam da sinemaya gittik. Orda sinemaya gitmeyi çok seviyorum. Sanırım ara olmadığı için. South Beach tabi ki harika bir yer ama downtown da gezmeye değer bence. Hayatımda bu kadar karışık yolları hiç görmemiştim yalnız. Bir gün bu şehri south beach e bağlayan köprülerden 1inden geçerken inanılmaz evlerin olduğu bir adacık gibi birşey gördük, hadi bir gezelim arabayla dedik. Ama artık evler ne kadar değerli ve oturanlar ne kadar önemliyse bizi adaya dahi almadılar.

Bir gün öğlen 12 sıcağında south beachi kumun üstünden boydan boya yürüdük gerçekten artık gözümden yaş geldi tam 1.30 saat sürdü. Çünki varmaya çalıştığımız Delano'yu kaçırıp tekrar geri döndük. Böylece bütün sahili görmüş oldum ama tangayla paten kayan kızlar ya da Kardashian'lardan 1iya da gençlik dizilerinden fırlamışcasına erkekler göremedim. Sadece üstü çıplak bütün kaslarını göstermek istercesine koşan birkaç orta yaşlı adamcağız gördüm.

Miami alışveriş için çok süper bir yer değil kesinlikle. Zaten sahil yerlerinde insanların özensiz şort ve flip flop la dışarda gezdiklerini de görmek hiç zor değil. Ama illa diyorsan ki birşeyler almak zorundayım. En süper adres Sawgrass Mills Mall. Burası çok çok başarılı ve kocaman bir outlet. Oraya gidilince de PF Changs de yemek yemeden sakın gelmemek lazım. Daha fazla Ayşe Arman laşmadan bu yazıma bir son veriyorum. Belki sonra canım isterse Chicago'yu da anlatırım. "Ben Amerika'dayken" tribinde gibi hissetmezsem kendimi tabi..

Thursday, October 15, 2009

MJ'i çok seviyorum. Hele LOLA yeni ben LOLA..